Türk Dranı dört sezon ard arda, Nazım Hikmet’in birer dram eserini sahneledi. Bu yıl sezon başlangıcında (Ferhat ile Şirin’in) “Aşk efsanesi”nin dramatizasyonunu sundu, doğu halk edebiyatının mihenk taşını oluşturan bu aşk efsanesi, aşıkların birbiri için fedahkarlıkları nereye kadar vardığını gösterdi. Oyunun rejisörü Kemal Lila, yazarın metninden adeta sıkıldığını, bu yüzden rejisör olarak oyunu hazırlarken, mesleğinin ustası olarak elinden geldiği kadarıyla yenilikler uygulamaya çaba göstermesi olumlu değerlendirildi. Oyuna yeterince dinamiklik verilmemiş, gereksiz ve uzun süren sahneler can sıkıcı oldu, oyunda bazı kahramanlar da gerçek boyutta yansıtılmadı. Oyunun etkileyici mesajları ve öğüt verici yanı ilgi çekiciydi. Bundan hareketle Hikmet, masalı dramatize etmeye ihtiyaç duymamış. Mehdi Bayraktari (Ferhat’ı), Suzana Maksut (Şirin’i) inandırıcı ve gerçekçi bir tarzda iki gencin aşkını canlandırdılar. Müşeref Lozana (Çarın hanımını) kendine güvensiz bir tarzda canlandırdığı dikkat çekildi. Ramadan Mahmut (Vezir’i), Lütfü Seyfullah (Yabancıyı), Nezaket Ali (bakıcıyı), Fehmi Grubi, Şerafettin Nebi ile Enver Behcet rollerini başarılı canlandırdı.
Türk Tiyatrosu yazarı Orhan Asena’nın “Korku” adlı eserini Kemal Lila hazırladı, büyük bir ideayı taşıyan etkili bir yönetici lider ile sıradan insanlar arasındaki ilişkiyi yansıttı. Yürüttüğü savaşa inandığı sürece ve o savaşım devam ettiğinde kendine özgüveni daha da artar. “Korku” eserin adından da belli olduğu gibi, insanın hissettiği korku duygusunu ele alır. Müellifi geçmişte olup bitenler ilgilendirmiyor, mevcut durumdan çok, ölümcül sayılamayan fakat ciddi yaralanan bir kahramanı takip ederken, içinin taa derinliklerinde hissettiği korkudan bahseder. Geçmişte çok ağır sıkıntılar yaşamış, geleceği de pek parlak olmayan birinden söz edilir. Onunla birlikte savaş edenlerden de son derece hayal kırıklığına uğramış, bu yüzden içine kapanıp başka bir insan kılığına bürünür. Böyle bir durum karşısında sevdiği bir kadının elinden öldürülür, buysa efsanevi bir kahraman özelliği kazandırır.
Oyun sadece olup bitenleri sahnede yansıtmakla yetinmiyor, olaylar hakkında farklı bir yorum veya düşünce sergiliyor. Oyundaki kahramanların psikolojik duyarlılıkları, yaşantıları yansıtılmış, fakat açıklanmamış, aslında önemli olan, müellifin oyun ve kahramanlar hakkında yorumu izleyiciye bırakmasıdır. “Korku” Türk Tiyatrosu sahnesinde son dönemlerde dikkat ve titizlikle hazırlanan başarlı temsillerden biri olarak değerlendirildi. Lütfü Seyfullah (O) belirsiz bir şahsın, psikolojik yanını mükemmel bir tarzda yansıttı. Şerafettin Nebi (Gazeteciyi), Suzana Maksut (Kadını) başarıyla canlandırdı. Müşerref Lozan’a (Yaşlı kadını), sakin ve gurur verici bir tarzda yansıttı, Cemail Maksut (Araştırmacı) sanatçının sahne becerisini yansıtacak şekilde oynadığı dikkat çekildi.
“Konkurs” adlı komedi temsili son 10 yıl zarfında, Makedonya’daki tüm tiyatrolarda sahnelendiği, aynı oyun diğer komşu ülkelerde de oldukça popüler bir temsil olduğu bilinir. Oyunun başarılı olmasında asıl etkenlerden biri yerli komedi oyunlarında, güncel konulara ihtiyaç duyulmasına bağlanır. Türk sahnesinde bu oyun biraz geç geldi. Oyunun rejisörü Saşa Markus, eski ve bilinen bir metinden seyirciyi güldürecek öğeleri çıkarmakta zorlanmış, oyuna güncellik kazandırmak için neler yapılabilir diye uzunca düşünmüş? Bu konuda iki şey yapmış. Eski rekvizitleri yenilerle değiştirmiş, anti-bürokrasi öğeleri oyundan çıkarmış. Oyunun sonu abartma tarzında hazırlanmış. Komik sahnelerin en sağlam olduğu yerlerde, örneğin (doktorla kaç koş yapılan sahneler) yan ısıra aktörlerin içinden geldiği gibi doğal davrandıkları sahneler, (Mileva’yı canlandıran Nezaket Ali’nin monologları) çok beğenildi.
Hasan Mercan on yıl oldu Üsküp’te yaşıyor, yazdığı “Çiçekçi Ali” piyesi Türk Sahnesi’nde oryantal bir havayı hissettiren ilk eseri sayılır. Oyunun ana konusu küçük bir kasabada, küçük, dar ve ara sokakların birisinde geçen olayları anlatır. Çiçekçi Ali ile badanacı, sıradan insanlar, oldukça basit, oryantal ve geleneksel yaşam tarzını anlatır, ilki ürettiği çiçekleri sokakta satıyor, ikinci ise badana yaparken mola esnasında içtiği rakıda teselli buluyor. Her ikisi de kendini gücenmiş veya haksız biri olarak hissetmiyor. Sadece geçmiş tutkusuyla meşgul oluyor. Birisi merhum eşini hatırlıyor, Ayşe adında bir dul kadına deli gibi aşık olduğunu dile getirir, ikincisi ise bir daha ele geçmeyen, gençlik yıllarındaki güzel hatıralarla yaşıyor. Bunlara benzer bir yapıya ve özelliğe sahip Koca Osman, Dul Kadın Ayşe hanımın kızının eski kocası, sokağın kahramanı sayılır, eski hanımına olan aşkını bir türlü unutamıyor, bu yüzden teselliyi o da içkide buluyor. Ayşe ile kızı ise yaşama sevgisiyle yanıp tutuşan iki bayan, buna rağmen hayatın kötü pençesinden korkuyorlar. Çiçekçi Ali gerçeğe en yakın olan bir kahraman, yalnızlığa mahkum edilmişlerin en tipik örneğini teşkil eder, oyunda diyalogların çoğu duygusal sözlerle ve şairane ifadelerle dolu. Oyunun rejisörü Kemal Lila oyunda beklenilen bütünlüğü sağlamayı başarmış, oyunun kahramanlarına ise inandırıcı bir sahne tasarımı kazandırmış. Oyun bir bütün olarak tam manasıyla oryantal bir havayı yansıtır, duygusal şiirimsi ifadeler yanı sıra, insanların ilginç talihlerinden kesitler sunar. Ramadan Mahmut (Badanacı), yaşamın getirdiği zorlukları gerçekçi ve inandırıcı bir tarzda yansıttı’. Şerafettin Nebi (Ali) “etkileyici bir iyi insan karakteri ile talihsizliği güzel yansıttı. Cemail Maksut (Koca Osman), Suzan Maksut (Kızı) ve Müşeref Lozana (Ayşe)yi başarılı canlandırdı.
12 Kasım’da Üsküp’te, dönemin Sendika Başkanı Pavle Davkov, Üsküp Türk Tiyatrosu’nun yeni binasının temel atma törenine katıldı. Yeni Tiyatro binası Bit- Pazarında bir mekanda yer alır. İnşaat işleri hızlı bir tempoyla bir sene içinde tamamlanması planlaştırılmış, bu amaç için 1 milyar denar temin edilmiş. İlhami Emin’in “Şöhret ve yalnızlık” (1963/64) ve Şerafettin Nebi’nin “Yüzsüz adam” adlı temsiller. 1963 yılında Üsküp’te yaşanan feci deprem sonucu olarak Üsküp Türk Tiyatrosu’nda yeniden ciddi manada sorunlara yaşandığı bilinmektedir. Tiyatro binası depremden yıkıldığı için, Türk Damı faaliyetlerini imprivizasyon yapılarda sürdürmeye mecbur kalmıştır. Türk Tiyatrosu geçici bir dönem faaliyetlerini iki Baraka’da devam etmiştir. Her iki Ansamblo temsillerin prova çalışmalarına elverişsiz koşullar altında devam etmiştir. Lorka’nın “Kanlı düğünler” ve Emanuel Rables’in “Gerçek ölmüştür” adlı temsiller hazırlanmıştır. Her iki temsilin prömiyerleri Makedon Halk Tiyatrosu’nda sunulmuş. Bu temsillerle ve kaliteli çağdaş dram yazarların eserlerini sahnelemekle Halklar tiyatrosu, bir kez daha yeni heveslerini ve bağımsız çalışma arzularını dile getirmiştir. Türk Tiyatrosu’nun, İşçiler Evi’nin Salonuna girdiği dönem, repertuvar anlamında en verimli çalışmalarını başlattığı dönem sayılır. Giderek yerli dram yazarlarına fazla yer verilir, (Murteza, Peza, İlhami Emin, Adem Gaytani, Hasan mercan, Şaiki Aydini, H. Mustafa), gibi, ayrıca repertuvarda Shakspeare, İbzen, Çehov, Gorki, Ostrovskimiler, Breht, Sofokle, Evripid, Olbi, Sartır ve diğer dünya yazarlarına da yer verilmiştir. O dönemlerde Türk Tiyatrosu, hemen de her sezonda Nazım Hikmet’in bir eserini sahnelemesiyle, bu yazara karşı olan vefa borcunu ödemiş oluyor. Üsküp Türk Tiyatrosu’nun repertuvarında aynı öyle Risto Kırle, Vasil İlovski, Kole Çaşule, Tome Arsovski ve diğer Yugoslav yazarların eserlerine de yer verilmiştir. Türkiye ile Arnavutluk tiyatrolarıyla işbirliği yapılıyor, bu işbirliğin neticesinde konuk Türk rejisörler çeşitli Türk piyesleri hazırlamıştır. Repertuvarda çocuk temsillerine de sıralı yer verildiği bilinmektedir.
Üsküp Türk Tiyatrosu ciddi sorunlarla karşılaşmasına rağmen (uygun olmayan sahne ve salon, eski mobilya ve rekvizitler) değişik türden kaliteli program hazırlamaya devam ediyor. Bu gibi zor şartlar altında çalışmalar nihayet 1971 yılında noktalanır, yeni tiyatro binası hizmete verilir. Yeni tiyatro binasını, İlinden inşaat firması yapmıştır. Tiyatro binasının inşaatı için bir milyar iki yüz milyon denar harcanmış. Şimdi binanın teknik donatımı sırada, sahnenin ışıklandırılması, makine bölümü ve diğer teknik araç gereçlerle donatılması. Bertol Breht, XVII. yüzyılda yürütülen yaklaşık otuz yıl süren savaşları ele alan tarihi bir konuyu teşkil eden “Kahraman Anne” oyununda, eserin adından da belli olduğu gibi, oğullarını düşman elinden kurtarmak isteyen cesur bir annenin hayat hikayesi anlatılır. Cesur anne görevli askerlerin birinin elinden kılıcı alıp, iki oğlunu askere almalarına karşı gelir. Bu eser tek sözle insanların acımasız olan savaşlara karşı geleneksel kin ve nefreti dile getirir. Cesur Anne rolünü Müşeref Lozana canlandırdı.
Rejisörü Saşo Markus bu oyunda lanet olsun savaşalar mesajını veriyor, Türk Tiyatrosu sanatçıların oyunda sergiledikleri entusiyazımdan memnun kalmış, sadece bu şekil çalışmalarla başarı kaçınılmazdır, diyor. Tecrübeli rejisörlerden biri sayılan Saşo Markus, daha önce kullandığı adaptasyon metotlarından bu oyunda da faydalanmış, mevcut olanaklar ve imkanlar dahilinde Breht’in yaratıcılığına has olan önemli öğeleri yansıtmayı becerdi... Annenin sahip olduğu birçok töresel değerler yanı sıra, insanlığın genel anlamda savaşlara karşı olan ihanet duyguları, sahnede oldukça inandırıcı bir tarzda yansıtıldı, buna rağmen duygusal sahneler de pek fazla aşırılığa gidilmemiş, her şey normal bir şekilde yansıtıldı... Aktörlerin oyunu genelde Bertol Brehtin bilinen tiyatro presinplerine uygun bir şekilde sunulduğu dikkat çekildi. Müşeref Lozana’nın sahnede sergilediği başarılı sonuçları yanı sıra Brehtin belirgin kahramanlarından birini Sabina Hayrula (İvet) canlandırdı, Suzana Maksut (Katrin) rolünü oldukça insancıl özellikleriyle yansıtmayı başardı. Oyundaki diğer rolleri başarılı bir şekilde; Lütfü Seyfullah (Aşçı), Ramadan Mahmut (Postacı), Fehmi Grubi (Layoş), Salaettin Bilal (Aylin), Nezaket Ali, Cemail Maksut, Şerafettin Nebi ile Zekir Sipahi canlandırdı.
Nisan ayın ortalarında Necati Cumalı’nın “Nalınlar” oyunu tekrar sahnelendi, oyunun rejisini Kemal Lila hazırladı. Oyundaki başrolleri; Müşeref Lozana, Salaettin Bilal ile Suzana Maksut canlandırdı. 7 Mayıs’ta Türk sahnesinde Ankara Devlet Tiyatro sanatçıları iki temsil sunması bekleniliyordu. Türkiye tiyatro sanatçıların bu ziyareti Mostar Halk Tiyatrosu ile yapılan işbirliği sayesinde gerçekleşti. Yugoslavya çapındaki gezi Mostar’dan başlayıp, Prizren ve Üsküp’te devam etti. Türkiyeli tiyatro sanatçıların ziyareti vesilesiyle Üsküp Türk Tiyatrosu’nda şiir gecesi düzenlendi, genç şairler Türkçe şiirlerden seçmeler okudular.
7 Mayıs’ta Miroslav Beloviç ile Stevan Peşiç’in “Ömer ve Meryem” piyesi sunuldu. Piyesin hikayesi zamana bağlı değildi. Olay dün olduğu gibi, bugün de olur; fakat yarın da olması mümkündür. Oyunun bu tarzdaki içeriği rejisör olarak bana birkaç farklı bakış açısından oyuna yaklaşmamı sağladı. Oyundaki şiirsel ifadeleri temiz şekliyle, ifade etmeye çalışmış, buysa sahnelenen konu izleyicinin hislerine dokunmasını sağlamış. Zamanla aşk konuların şekli değiştirilmiş olsa dahi, konunun özü asla değişmiyor. Oyunda her insanın bitmeyen bir rüyası, hiçbir zaman erişebileceğine inanmadığı hayallerin mevcut olduğunu bir kez daha hatırlatmak istedim diyor rejisör Mirko Stefanovski. Oyundan memnun olmamız gerekir, özellikle Suzana Maksut ile Salaettin Bilal, oyunun ilk sahnelerinde Ömer ile Meryem’nın aşkını çok net ve duygusal bir tarzda sahnelediler. Sabina Hayrula’da bu defa samimi aşk duygularını başarıyla yansıttı... Müşeref Lozana, Anne İsmeta’yı oldukça başarılı canlandırdığı dikkat çekildi.
Birkaç ay önceleri Üsküp Türk Tiyatrosu’nun yeni Müdür görevine Cevdet Mustafa tayin edilmişti. Üsküp Türk Tiyatrosu’nun girişimi üzerine ortaokul mezunu olan Türk gençlerini, yüksek öğrenimlerini Film Akademisi’nin tiyatro ve televizyonculuk bölümlerinde devam etmeleri teşvik edilmişti. O dönemlerde Üsküp’te de böyle bir Akademi’nin açılması beklenildiği için kolay olacağı düşünülmüştü. İki yıl önceleri Türk Tiyatrosu aktörleri Türkiye’de eğitim almaya gönderildi. 23 Aralıkta Türk Tiyatrosu Celal Muzahipzade’nin “Mum söndü” komedi eserin prömiyerini sundu. Oyunun rejisini Türkiyeli konuk rejisör Sami Ayanoğlu hazırladı, onun tercihi üzere bu oyun Üsküp Türk Tiyatrosu’nda sahnelendi. Oyun yazarı şimdiye dek bizde Türkçe’ye tercüme edilmemiş. Oyunun ana konusu, bundan üç asır önceleri yaşanan olayları aktarıyor. Zayıf insan karakteri, gerileyici dini inançlar, yan ısıra “akıllı” dervişin gerçek niyeti açıklanır. Eserin müellifi dönemin toplumsal yaşantısıyla alay ediyor. Yazar 1953 yılında, 91. yaşında iken vefat etmiştir. O dönemlerde, Yugoslavya Türklerinin ana vatanı Türkiye, tiyatroları arasında başlatılan işbirliği girişimi takdire şayan bir gelişme olduğu için bu işbirliği bundan böyle de devam ettirilmelidir.
Türkiye’den ilk gelen konuklar arasında bir oyun yazarı, rejisör, senograf – sahne tasarımcısı aynı zamanda kostümograf, bununla kültürel bazda ikili ilişkiler
daha yüksek bir seviyeye çıkarıldı. Bu ziyaretten güzel ve önemli sonuçlar elde edildi. Orijinal bir eserin tanıtımı yapıldı, geleneksel Türk Tiyatrosu’nun mihenk taşı sayılan Karagöz orta oyunu ile modern Avrupa tiyatro tarzı arasında mükemmel bir bağ oluşturuldu. Oyunun yazarı aynı zamanda aktör olduğu için, sahneyi iyi tanıyor olması, oldukça ilginç bir piyes yazmış. Oyunun rejisörü de elinden geldiği kadar temiz ve belirgin, gerçekçi bir oyun tasarlamaya özen göstermiş, geleneksel Türk Tiyatrosu’nu yansıtırken aynı zamanda, Türk Tiyatrosu’nun değişik ve modern tiyatro akımlarına da ne kadar önem verdiğini ilk kez bu açıdan gözler önüne sergilenmesi, izleyicinin beğenisini kazandı... Nezaket Ali ile Yıldız Rifat sergiledikleri üstün başarılarıyla bu oyunun taşıyıcı aktörleri olarak nitelendirildi. Nezaket Ali’yi, şimdiye kadar hiçbir oyunda sahnede bu kadar canlı, bu kadar hareketli oluşunu görmemiştik, Şetaret komik bir sima, fakat çok gerçekçi özelliklerle canlandırdı. Yıldız Rifat da (Nebibe) rolünü kolaylıkla ve sempatik bir tarzda canlandırdı, Tiyatro’ya gelişinden bu güne kadar belki de en başarılı rollerinden biri sayılır. Enver Behcet (Muştak)’ı stilize edilmiş bir tarzda rolünü başarıyla canalndırdığı ayrıt edilmiş. Diğer rolleri canlandıran aktörler de başarı kaydetmiş; özellikle Lütfü Seyfullah oyunun komedi sahneleri hep onun etrafında dönüp dolandığı izlenimini verdi, Müşeref Lozana (Pembe), Cemail Maksut (Nihani) canlandırdı. Oyunun sahne tasarımı ve rejisörü de başarılı olduğu kaydedildi.
Oyunun müziği de başarılı ve yerinde bir seçim olduğu kaydedildi, İslam mezheplerinde icra edilen özgün müzik parçaların seçilmesi, mum söndü geleneğini çok otantik ve gerçekçi bir tarzda canlandırdı, oyunun asıl konusu mum söndü geleneğini vurgulamaktır.
1971 yılın sonuna doğru, yerli Türk yazarı İlhami Emin’in “Nasrettin Hoca” komedi eserinin prömiyeri sahnelendi. Yazar bu komedi eserini hazırlarken amacı sadece seyirciyi güldürmek değil, insan ve yaşam hakkında da söz ederken, Türk milletin uzak tarihi geçmişine de değinir. Nasrettin Hoca hakkında bilinen rivayetler, menkıbelere yer verir, Türk İmparatorluğu’nun bu bölgelere gelmesini, iki önemli tarihi şahıs hakkında bilgiler, en büyük fetihçi Tamerlin ile Şeyh Bedreddin hakkında bahseder, 1420 yılında Serez de asılarak idam edilmiş. Halkın gücünü Nasrettin Hoca takdim ediyor, Bedreddin ise onlar arasında bir denge oluşturur. İlhami Emin bu eserini düşünülmüş bir teori olarak belirler, biraz da üzücü ve duygusal bir şiir havası yansıtır. “Nasrettin Hoca” yazarın ilk piyesi sayılan “Yabancılar” eserinde de bu şairane nüanslar açıkça fark edilir, en önemli nokta ise şairin insan ve yaşam hakkında konuşmak istemesidir. Nasrettin Hoca dışında gülünç sahneler pek fazla yer almıyor, buysa yazarın felsefi beklentilerini tam manada yansıtmıyor. Eserin önemli özelliklerinden biri kahramanların gerçekçi yanı, sağlam içeriği, Tamerlan ile Bedreddin’in kişisel özellikleri gereken seviyede tasarlanmadığı dikkat çekilmiştir. Sahnede Nasrettin Hoca komedi ile ciddi bir dram tarzında canlandırılmış, Karagöz ve Meddah Ortaoyunundan öğeler yansıtılmış. Lütfü Seyfullah (Nasrettin Hoca)’yı oynadı oyunda iki diğer önemli kahramanlarla tam anlamında bir bağ kurulmasıyla dikkat çekilmiştir. Acıklı bir güldürü” sahnesi Nasrettin Hoca’yı iki fille oyuna getirdikleri an sayılır. Ramadan Mahmut (Tamerlan), Salaettin Bilal (Bedredin), Suzana Maksut (Fatima) bu kez da takdire şayan bir oyun sergilediler. Genç aktör Bediya Beyoğlu, Türk sahnesinde ilginç bir sima olarak ortaya çıkıyor. Oyundaki diğer rolleri; Nezaket Ali, Yıldız Rifat, Şerafettin Nebi, Enver Behcet, Cemail Maksut, Fehmi Grubi, Zekir Sipahi ile Mustafa Yaşar canlandırdı. Oyunun rejisini Kemal Lila hazırladı, sahne tasarımını senograf Pançe Minov’a yaptı.
“Maviş ve Memiş” bu topraklarda yaşayan Türk milletin yazarı tarafınca yazılan ilk çocuk dram eseridir, diyor İvan Mazov. Geleneksel sözlü halk edebiyatından esinlenen güzel bir eser. Hasan Mercan bu tür edebi eserler yaratmaya yatkın olduğu sezilir, meditasyonlarda fazla aşırılığa gidilmesi, yazarın yeterince çocuklarla temas kurmadığından kaynaklanır... Yazarın iyi tarafı çocuklarda hayal gücünü artıracak tarzda şiirsel motiflere de eserinde yer vermesidir. Aynı görüşleri oyunun rejisörü Kemal Lila da paylaştığı oyunun tasarımında net bir şekilde sezilir. Rejisör orijinal metni sahnede farklı bir canlılıkla da sunabilirdi şeklinde eleştiri aldı. Genç aktörlerden Bediya Beyoğlu, seyirciye ilginç bir sürpriz oldu, oyunun yöneticisi olarak seçkin bir çekicilikle sahne ve seyirci arasında sıkı bir bağ ve iletişim kurmayı becerdi. Oyundaki diğer rolleri canlandıranlar da başarı kaydetti; Nezaket Ali, Şerafettin Nebi, Ramadan Mahmut, Suzan Maksut ile Zekir Sipahi, Hasan Mercan’ın yazmış olduğu metni çocuklara ne daha yakın tanıtmak için elinden gelen gayretleri sundular.
“Politika” Gazetesinde bu temsil hakkında İvan Mazov, “Sürekli dolu salon” başlığı altında 1972 yılında yorum yazısını yayımladı. Hasan Mercan “Çiçekçi Ali” den sonra yazdığı ikinci eseriyle, genç bir yazar olarak Türkçe eserler vermesi, yerli Türk edebiyatı için olumlu bir katkıdır. Çocuk piyesin ana konusu bu topraklarda yaşayan Türk milletin geleneksel sözlü halk ürünlerinden yararlandığı görülür. Türk Tiyatrosu sahnesinde Hasan Mercan’ın dördüncü eseri sayılan “İnek” temsili de sunuldu. Üsküp Türk Tiyatrosu’nda sunulan Hasan Mercan’ın en başarılı eserlerinden biri sayılır. Anne, baba, kız ve erkek evlattan oluşan küçük bir aile yaşamlarını çok basit bir şekilde yaşamaya çabalanıyor, tek tutkuları ayakta kalmak ve yaşamlarını sürdürmektir. Bütün ümitleri, zor şartlar altında satın aldıkları bir ineğe bağlıdır. İneğin ölümünü sevinçle bekliyorlar, ondan sonra yaşamları yine aynı tarzda eskisi gibi devam edecek, kendilerini boş hayallerle ümitlendirmeler ve hayattan yeni beklentiler söz konusu oluyor. Oyunun rejisörü Kemal Lila - metnin içerikliği hakkında sağlam bir düşüncesi yok gibiymiş bir izlenim verdi, şairane bir dram mı yoksa sadece bir güldürü mü? Adeta kendine soru sorar gibi olduğu sezilir. Aslında oyunda her şeyden birer az vardı. Eleştirmenlere göre, rejisör oyunu sadece bir güldürü olarak kabul etmeyip, daha başarılı bir tasarım hazırlayabilirdi şeklinde dikkat çekmiştir. Ümit ve illüzyonun sembolü olarak inek buna imkan sağlıyor. Bununla oyunda farklı tarzlar karışmayacaktı, Müşeref Lozana (Anneyi), Cemail Maksut (Öğretmeni) canlandırdı. İlki rolünü stilize edilmiş tarzda oynadı, ikicisi ise gerçek boyutlarla afif bir ironiyle üstlendiği rolünü canlandırmaya çalıştı. Suzana Maksut (Kızı), Enver Behcet ise (Oğlanı), Salaettin Bilal kızın nişanlısını rahat bir tarzda canlandırdı. Oyunun sahne tasarımını senograf Pançe Minov hazırladı. Sahnede, bahçeyi sembolize eden büyük bir kırmızı gül ve oryantal tarzda stilize edilmiş bir ahşap tavan, bu detay eserin kaynağı doğuya ait olduğunu hatırlattı. Sahnede yer alan her iki öğenin benzetme gücü kuvvetliydi.
Sezon sonuna doğru Türk Tiyatrosu İstanbul gezisini gerçekleştirdi. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun sahnesinde çağdaş Türk yazarı A. Mucipzade’nin “Mum söndü” komedisini sundu. Bu komedi temsili geçen yıl Sami Ayanoğlu’nun rejisörlüğünde hazırlanmıştı. Türkiye ziyareti tam yirmi gün sürdü. Temsil izleyici tarafınca olumlu kabul edildi, Türk tiyatro eleştirmenleri oyun hakkında pozitif değerlendirmelerde bulundu, Makedonya’dan İstanbul’a göç eden göçmenler de oyunu çok beğendi.
Türk ve Arnavut Dramı, Üsküp sahnesinde şimdiye kadar yaklaşık 2.500 temsil sundu, temsilleri yaklaşık 670.800 izleyici izlediği kaydedilmiştir. Ülke genelinde gerçekleştirilen geleneksel ziyaretler yan ısıra, Kosova, Bosna Hersek ile Belgrat’ta da sayısı çok temsiller sundular. Bu ziyaretler esnasında he iki Dram 850 temsil sundu, temsilleri 425.000 izleyici izledi. Bunun yansıra yabancı ülkelerde de sayısı çok temsiller sunuldu; Bulgaristan (Şumen ve Kırcali), Türkiye (Ankara, İzmir, İstanbul, Bursa), Arnavutluk (Tiran, Valona, Draç, Skadar ile Fiyar). 1971 yılında İlhami Emin’in “Yabancılar” adlı piyesi ilk defa televizyona canlı çekim olarak (Türkçe’den Makedonca çevirisiyle) yapıldı. Bir yıl sonra “Mum söndü” Türkçe, “Elektra” Arnavutça çekildi. 1956 yılından 1958 yılları arasındaki dönemler Üsküp Türk Tiyatrosu için “tarihi ve talihi” bir anlam taşımaktadır. Aktör kadrosundan büyük bir bölümü Tiyatro’yu terk etmek zorunda kaldılar, bu durumun bedelini Tiyatro bugünlerde de hala ödemektedir. Üsküp Türk Tiyatrosu bu topraklarda kültür sanat yaratıcılığında erişilen derecenin ne seviyede olduğunu gösteren seçkin bir örneği teşkil eder. Türk ve Arnavut milletinin kültür ocağı sayılır. Üsküp Türk Tiyatrosu misyoner bir rolü üstlendi, tiyatro kültürünü en üst bir seviyeye çıkardı, Türk ve Arnavut milletinin kültür sanat seviyesinin gelişmesinde sonsuz katkıları olmuştur.70 Rejisör Mirko Stefanovski, Shakspeare’in trajedi eseri olan “Othello”yu hazırladı. Oyundaki rolleri; Cemail Maksut (Othello), Suzana Maksut (Dezdemona), Mehdi Bayraktari (Yago), Salaettin Bilal, Nezaket Ali, Fehmi Grubi, Ramadan Mahmut, Şerafettin Nebi ve diğerleri paylaştı.
Üsküp Türk Tiyatrosu’nun sahnesinde “Othello”nun sahnelenmesi biraz şaşırtıcı oldu, seyirci beğenir mi beğenmez mi, endişe yarattı. Bu gibi sorulara cevap olarak oyunun rejisörü diğerleri yan ısıra şunları ifade etmiştir; Shakspeare kompleksinden arınmak zamanı geldi, “Othello” oyununu sadece bir trajedi olarak algılamamak gerekir, diğer dram eserlerini kabul ettiğimiz gibi bunu da kabul etmeliyiz, önemli olan çağdaş izleyicinin kabul edileceği tarzda bir trajedi sahnesi tasarlamaktır. Dünyaca ad yapmış dram eserleri ustasına Shakspeare olan saygımızdan hareketle, ona yakışır tarzda bir sahne tasarımıyla saygıya değer bir oyun tasarladık. Tiyatroda deneme yapmak, modern bir gelişme sayılır, bu oyunda işte bu girişim başarılı oldu, diyor Stefanovski. İzleyiciyi etkilemek ve büyülemek için sahnede birçok farklı ve hatta yasak tasarımlar kullanıldı. Tiyatroda deneme yapmak uğruna yapılan her yeni gelişme
ilgi uyandırır. Ben oyunun yönetmeni olarak “Othello”nun bu tarzda seyirci tarafınca beğenilirse çok memnun olacağım, sıradan bir deneme olarak nitelendirilirse çok üzüleceğim, demiştir.
Rejisör Mirko Stefanovski, mevcut sahne kapasitesini ve aktör sayısını göz önünde bulundururarak, oyunda Yago’yu ön plana çıkarmaya karar vermiş, negatif karakterini değil de üstün entelektüel yanını vurguluyor. Bununla Yago’nun trajedisi, yaşam motivasyonu ön plana çıkar. Reji tasarımı son derece etkileyici, oyunun dinamikliğiyle bağdaşıyor. Yago’yu Mehdi Bayraktari müthiş bir esneklikle, kahramanın kişisel karakterini rahatlıkla canlandırdı. Karmaşık bir karakteri canlandıran Bayraktari, gelecekte çok daha başarılı röller canlandırması beklenir. Oyunun baş kahramanı Othello’yu Cemail Maksut canlandırdı. Cemail Maksut bu kez “Othello’yu bir başka açıdan, farklı ve otantik özellikleriyle yansıtmayı başardı. Kadın aktörler arasında; Suzana Maksut (Dezdemona)’yı, lirik özellikler katarak mahsun kurban kişiliğini yansıttı. Buna ilaveten ilginç sahne hareketi ve etkileyici diksiyonu ile Nezaket Ali (Emiliya)’yı, Bediya Beyoğlu (Byanka)’yı canlandırdı. Temsilin başarılı geçmesinde şüphesiz ki Fehmi Grubi, Ramadan Mahmut, Salaettin Bilal, Mustafa Yaşar’ın da katkıları olmuştur. Oyunda kostümleri Beba Patrnogiç hazırladı, kostümlerde göze çarpan yenlikler dikkat çekici oldu, tek sözle kahramanların psikolojini tam manasıyla yansıttı. Mevcut sahnedeki çalışma imkanlarını göz önünde bulundurarak, senograf Pançe Minov’un hazırlamış olduğu sahne tasarımı da başarılı olduğu değerlendirildi. Üsküp Türk Tiyatrosu’nun Ansablosu “Othello” temsiliyle yeni bir tarz sergiledi. Yago’nun fantastik ruhu, olayları karıştıran intrigalara yatkın olan bir kahraman olarak izleyicinin ilgi ve beğenisini kazandı. Oyunun rejisörü Mirko Stefanovski “Othello’daki” büyülü yaklaşımı, Yago’nun kişisel karakteri vasıtasıyla yansıtmayı becerdi. Yago’nun kişiliği oyunda her şeyden üstün gözüktü. Oyunda yürüttüğü monologlar, oyunun konsepsiyonunda hareket noktası olarak alınmış, tek sözle oyunda Yago’suz adeta hiçbir eş olmadığı izlenimi verildi. Rejisörün Yago’ya bu denli önem vermesi, oyunun başkahramanları sayılan Othello ve Dezdemona’ya bile gölge düşürdü. Oyunun orijinal metninde yapılan uygulamalar ve müdahaleler sonucunda kolay anlaşılır, net ve ayan bir oyun tasarlanmış, orijinal sahne düzenlemeleri ilginç olmuş. Rejisörün bu şekil oyuna yaklaşım tarzı, Shakspeare’in devasa trajedi eserine kişisel yorumla ve farklı bir yaklaşım tarzıyla oyunu tasarlaması, güçlü bir reji becerisine sahip olduğunun göstergesi olarak algılandı. Aktörlerin tümü bu oyunda farklı bir oyun sergilemesi dikkat çekici oldu. Özellikle Mehdi Bayraktari’nin (Yogo)’yu yansıtma tarzı mükemel olduğu dikkat çekildi. Yogo, spesifik bir karaktere sahip, zaman zaman yalan söylüyor, ortalığı karıştırıyor, insanları fitneleyip bir birine sokuşturuyor, buna rağmen Yogo çok atik ve uyanık birisi. Hisleri ve duyguları dağınık olmasına rağmen, eşinden memnun değil, hükümdarını kıskanıyor. Her şeye rağmen Yogo oldukça entelektüel ve akıllı bir zat olarak yansıtıldı. Bayraktari’nin sahnede canlandırdığı bu karakteristik özellikler seyircinin dikkatini ve beğenisini kazandı. Cemail Maksut (Othello’)yu Yogo’nun gölgesi altında yansıtıldı. Othello kendi iç çekişmeleriyle meşgul olan bir kahraman olarak seyirciye takdim edildi. Cemail Maksut sanatçı yeteneğiyle bu oyunda da sahnede hakimiyetini kanıtladı. Suzan Maksut bu kez farklı bir Dezdemonayı canlandırdı. Seyirci beklediği ve eserden tanıdığı Dezdemona’yı sahnede göremedi...
Türk Tiyatrosu, izleyiciyi etkileyen başarılı bir temsil hazırladı. Türkçe’yi bilmeyen izleyiciler de temsili büyük bir ilgi ve beğeniyle izlemesine engel olmadı. 1973 yılında Üsküp Türk Tiyatrosu’nda hazırlanan ikinci prömiyer temsil olarak Kole Çaşule’nin “Rüzgarda ince bir dal” oldu. Oyunun rejisini Mirko Stefanovski hazırladı. Oyunun yönetmeni, eseri özgün bir sahne tasarımı olarak hazırladı. Oyunda üç önemli kahraman Magda, Velko ile Cimi aslında rüzgarın esintisine ve alaboraya bırakılmış üç talihsiz insanı teşkil ediyor. Oyunun sonunda her üçü de rüzgarın etkisine yenik düşer. Vizüel ve mekan açısından sahnede bir bakıma altın bir kafes tasarlamayı denedim, kafesin içinde kapalı olan kuşun talihini yansıtmak istedim, yalnız, hüzünlü olmasına rağmen bazen ötmesini de bilen bir kuşu anlatmak istedim. Gerçekçi bir oyun tarzı aracılığıyla, bir değil sayısı çok insanların bir birine benzer trajedi talihleri ortaya çıkar. Bu insanlar aslına kendi iç çekişmelerin kurbanı olarak talihsiz bir yaşama kendi kendilerini mahkum ediyorlar, örneğin gurbetçinin dediği gibi “Bizi kimiz ve bizi ne zaman anlayacaklar.
Oyunun rejisörü Mirko Stefanovski Çaşule’nin bu eserini farklı bir bakış açısıyla seyirci önünde takdim etti, rejisörün metne karşı sertçe eleştirsel yaklaşımı da ön plana çıkıyor, diyaloglarda kısaltmalar yapmış, esere duygusal bir hikaye değeri kazandırmış. Türk Tiyatrosu’nun az sayıda aktör ekibinin eline adeta sıcak bir kestane vermiş, aktörler görevlerini ciddiyetle ve sorumlulukla gerçekleştirmiş. Özellikle genç aktör Yıldız Rifat üstlendiği rolünü duygusal bir tarzda başarıyla yansıttı. Velko ile Meybıl’ı Ramadan Mahmut ile Muşeref Preka canlandırdı. Oyunun eleştirmeni özellikle genç ve yetenekli aktörlerden biri sayılan Mustafa Yaşarı sergilediği sanatçı kimliği dolayısıyla tebrik ediyor. Oyun süresince aynı seviyeyi tutmuş, genç, modern bir sanatçı kimliği yansıtmıştır.
Mustafa Yaşar özellikle sahne diline, diksiyonuna özenle önem verdiği, sahne hareketinde dikkatli olduğu belirtilmiştir.
Üsküp Türk Tiyatrosu’nun Ansamblosu Evripid’in “Medeya” oyunun prömiyerini sundu. İki bölümden oluşan bu trajedi eserin rejisini Kemal Lila yaptı. Oyundaki başrolü Medeya’yı Suzan Maksut canlandırdı. Bu oyunda insanlık tarihinde görüldüğü gibi, insan hayatında mutluluk arayışı başakalarında değil, insan kendisinde aramalıdır. Rejisör Kemal Lila, oyunda antik tarza bağlı kalmaya özen göstermiş, kahramanları ise gerçekçi bir yaklaşımla, eserde tarif edildiği gibi yansıtmış. Suzan Maksut bu rolünde sahip olduğu sanatçı yeteneğini sonuna kadar sergiledi. Hayat, cehennemi denen yaşantıyı, etkileyici bir tarzda izleyiciye de yansıtması takdirle karşılandı. Öteki aktörler arasında Nezaket Ali de izleyicide etkileyici bir izlenim bıraktığı kaydedilmiştir. Tüm aktör ekibi ciddi bir yaklaşımla üstlendikleri rolleri canlandırdı. Oyunun sahne tasarımı ve kostümleri de oyunun aslına uygun bir tarzda tasarlandığı dikkat çekilmiştir.
Deprem öncesinde eski Tiyatro binasının bulunduğu mekanda, Bit-Pazarında inşa edilen yeni Tiyatro binası Makedonya Cumhuriyeti’nde ilk resmi kültür sanat kurumu teşkil etmektedir. Tiyatro binası yaklaşık 4. 500 m2 işlevsel alana sahiptir. Bu girişim ülkenin sadık vatandaşları sayılan azınlıklara sahip oldukları milli kültürlerini özgür ve bağımsız bir şekilde devam etmelerine imkan sağladığının ve ne denli önem verdiğinin göstergesidir. Arnavut Tiyatrosu’nun Ansamblo’su ülkede benzerine rastlanmayan, Türk Tiyatrosu ise Yugoslavya’da tek örneği teşkil etmesi hasebiyle Makedonya’da Türklerin ve Arnavutların kültür sanat seviyesinin yükselmesinde önemli katkıları olmuştur.
Yeni tiyatro binasına yerleşmeyi beklerken, Türk Tiyatrosu Karlo Goldoni’nin “İki Beyefendinin hizmetçisi” temsilin prömiyerini sundu. Oyunun rejisini Saşa Markus hazırladı. Oyunda genellikle genç aktörler oynadı, bu yüzden temsil gençliğin temsili olarak da nitelendirildi. Oyunda gözde genç aktörlerden biri Yüksek Müzik Okulu’nun Tiyatro aktörü bölümünde eğitim gören Firdaus Nebi kaydedildi. Oyunun iki kilit kahramanını Trifuldino ile Beatriçe’yi de iki genç aktör Perihan Tuna ile Yıldız Rifat canlandırdı. Perihan Tuna kendine has güvenceli bir tarzda üstlendiği rolünü başarıyla canlandırdı, Yıldız Ali sahnede Perihan Tuna’ya kıyasen daha canlı, hareketli ve sempatik bir izlenim bıraktı. Firdaus Nebi de oldukça ilgi çekici bir sanatçı görünümüyle sahnede daha serbest davranması gerektiği dikkat çekildi.
Salaettin Bilal (Trufaldino) “üstlendiği rolünü çok rahat ve serbestçe oyandı. Bu kez Zekir Sipahi de sahnede oldukça ilginç bir performas sergiledi. Bediya Begovska (Klariçe), Mustafa Yaşar (Silvio), Suzan Maksut da oldukça başarılı oldukları kaydedildi. Enver Behçet ile Fehmi Grubi (Amallar) üstlendikleri rolleri yeterince doğal bir tarzda canlandırdı. Türk ve Arnavut Tiyatrosu Ansambloları, geleceğe yönelik başarılı çalışmalarıyla kamuoyunun ilgisini çekmiştir. Son yıllarda oldukça büyük Projelere imza atmıştır. Mekan ve sahne sıkıntısı çekmelerine rağmen yoğun ve başarılı çalışmalarını yılmadan hep aynı hevesle sürdürmüştür. “İki Beyefendinin hizmetçisi” temsilinde Üsküp Türk Tiyatrosu’nun yetenekli sanatçıları seyircisine daha da güzel şeyler yapmaya hazır olduklarını bir kez daha kanıtlamıştır. Bu eser de “komediya del arte” tarzında tasarlanmış, oyunun rejisörü Saşa Markus bu konuda çok defa başarılı olduğunu kanıtlamıştır. Oyun genel olarak değerlendirildiğinde hiçbir sahnede ufak bir hata veya çatlaklık görülmez, kahramanların tümü en ince detaylara kadar işlenmiş, dinamik, canlı ve ilginç bir temsil hazırlamışlar.
“Altı kişi yazarını arıyor”, çağdaş bir sahne tasarımın seçkin örneğini oluşturmaktadır. Pirandelo kendi çağını, yaşadığı dönemi aşan ender yazarlardan biri sayılır, bu yüzden çağdaş rejisörlerin elinde farklı tasarımlara imkan sağlayan önemli bir kaynak eseri teşkil etmektedir. Hala yaşıyor, hala yaşadığı için de belli şekli mevcuttur, bu yüzden de tekrar ölüme mahkumdur. Onu sadece sahne ilgilendirmiyor, o yüzden oyunun oyunları daima açık bir sahnede başlar. Eserin sahne tasarımı hazırlanırken, sahneye bir anda siyah kıyafetlerle giyinmiş altı kişi gelir ve aktörlerden, onların hayatlarını oynamalarını talep ederler. Pirandelo iki cephe açıyor: gelen altı kişi arasında ve aktörler arasında iki cephe açıyor. Bir yandan herkes hikayeyi anlatmaya çalışır, diğer taraftan ise herkes hikayeyi kendine göre sahiplenmeye çalışır. İllüzyonlar yine iki farklı yöne doğru akıp gidiyor, belli bir aradan sonra yine aynı noktada hayatın kongre ve gerçek mekanında buluşur. İki çocuğun ölümü düşünülen karakterleri aktörlerden bile daha gerçekçi gösterir. Sahne açık, hiçbir türlü bariyer görülmüyor, oldukça gerçekçi nesneler göze çarpar, fakat bunların yanına ulaşmak-varmak gerekir. Pirandelo geliyor, gerçekçi nesneleri keşfediyor ve sahne sanatlarında yeni bir çağ ilan ediyor. Oyunun rejisörü Aleksov’da yazarın imaginasyonunu dikkatle izliyor, aktörlere rollerini canlandırmada olağan üstü bir serbestlik tanıyor, olaylar adeta kendi akışına bırakılmış izlenimi veriyor. Oyun aslında oldukça gizli bir atmosferle süslenmiş, henüz keşfetmemiz gereken çok şeylerin gizlendiği izlenimini veriyor, neyin ne olduğunu, öğrenmemiz gerektiğini, hikayenin nasıl bir hikaye olduğunu düşünmemizi, oyunun sonu nerede olduğunu bulmamız gerekir... Oyunda ciddi bir konflikt yansıtılır, altı yabancı kişi yazarın illüzyonunu simgeliyor, bazen da oldukça gerçekçi bir tarzda yansıtılır. Oyunda denge çok net gözükür, ikilimcimlik görülmüyor. Aleksof, rejisör olarak müthiş bir tasarım düşünmüş. Oyundaki rolleri; Suzan Maksut (Pastorka), Ramadan Mahmut (baba), Nezaket Ali (anne), Cemail Maksut (Rejisör) ve Bediya Begovska (başaktörü) canlandırdı.
Eleştirmen İvan Mazov oyun hakkında yayımladığı yazısında diğerleri yan ısıra şunlara dikkat çekmiştir, “oyun sahnede sergilenen oyunlarla zenginleştirilmiş, sahnede aktörler sanat yapıyor, aynı zamanda üstlendikleri kahramanlarla kendilerini özdeşleştirdikleri de dikkat çekiyor. Sahnede aktörlerin bu şekilde davranmaları Pirandelo’yu izleyiciye yakınlaştırır, kahramanların gerçek reel hayatı yansıtıldığında çağdaş bir temsil ortaya çıkıyor, Pirandelo uzaklaşıyor. Oyun Türkçe yanı sıra, Makedonca, Arnavutça, Arapça telaffuz edilir, Madam Paçe bir kukla vasıtasıyla sahneye yukarıdan indirilmesi de ilginç olmuş. Oyun
hakkında genel bir değerlendirme yapıldığında, cevaplanması gereken ilginç sorular ortaya çıkar.
Lütfü Seyfullah, Hüseyin Süleyman’ın yazmış olduğu “Aliş” oyununu ilk reji çalışması olarak sahneledi. Oyunda Zeynep’in seslendirdiği Serez yolunda, Tuna boyunda, Aliş’imi gördünüz mü? şarkısı, oyunun yazarı Hüseyin Süleyman’a bu eserini yazmayı teşvik eden esin kaynağı olduğunu ifade etmektedir. Makedonya Türklerinden Tiyatro yazarı Hüseyin Süleyman 1963 yılında vefat etti. Aliş’e sevdiği kızı vermedikleri için yaşadığı Lom Palanki’yi terketmeye karar verir, Serez’e yerleşir. Orada hakimin kızı Aliş’e aşık olur, fakat Aliş hala Zeynep’in aşkıyla yanıp tutuşuyor, bu yüzden İstanbul’a kaçıyor, orada garson olarak işe başlar. Zeynep Alişi bulmak için Sereze gelir, oradan da İstanbul’a varır. Üç ay uzun bir dönem Aliş’i arar, temsilin sonunda Zeynep ve Aliş, Zeynep’in kaldığı Otelin koridorunda tesadüf karşılaşırlar. Aynı eseri Lütfü Seyfullah 20 yıl önce de sahnelendirmişti. Seyirci bu kez rejisörden beklediği yenilikleri maalesef göremedi. Rejisör bu kez metni adeta harfi harfine izlemiş, bununla oyunda dramatik konfliktleri yok etmiş. Oyunun bu tarzda tasarımı zaman zaman sıkıcı olmuştur. Aktörler ise üstlendikleri rolleriyle oyuna yeni bir imaj veya ferahlık getirmediği dikkat çekilmiştir. Nezaket Ali, Nazlı rolünü oldukça detaylı, inandırıcı ve gerçekçi tarzda canlandırdığı takdirle karşılandı.
Lütfü Seyfullah, oyunun hakiki bir hayat hikayesi olduğunu inandırmaya çalıştı, buysa ap açık bir illüstrasyon temsili oluşmasını sağladı, tartışılır detaylar olduğu dikkat çekildi. XVII. yüzyılda sahnede sigara kibrit tanesiyle yakılır, genç ve delikanlı erkekler ile genç kızlar berecisiz erkeklerle birlikte eğeleniyor, fakir balıkçı ise pahalı Vezir kıyafeti giymesi mantıksız olmuş. Nezaket Ali’nin başarıları yan ısıra, Suzan Maksut, Yıldız Rifat ile Lütfü Seyfullah da rollerini başarıyla canlandırdı. Özellikle Şerafettin Nebi (Nalbantı) üstün bir sanat yeteneği ile rolünü canlandırdığı dikkat çekildi.
Yıllar sonra Üsküp Türk Tiyatrosu şahsi modern sahnesine sahip oldu. Halk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Üsküp’te tiyatro etkinlikleri için inşa edilen ilk resmi kurum sayılır. Tiyatro binasının mimarları Lubinka Malinkova ile Vera Koseva’dır. Yeni tiyatro binası Ekim 1974 yılında törenli bir şekilde hizmete verildi. Tiyatro binası geçiş dönemlerde inşaa edilen mimari yapılar arasında Üsküp’ün Eski Türk Çarşısı’yla uyum sağlayacak tarzda modern bir yapı olarak düşünülmüştür. 18 Ocakta Türk Tiyatrosu, Tome Arsovski’nin “Güzellik tek başına yürür” eserin prömiyerini sunuldu. Oyunun rejisini Branko Gapo hazırladı. Günlük yaşamda yaşanan karamsarlığı şairane ifade tarzıyla sergilemek, sıradan veya “küçük insanları kaplayan kabuğu kırmak, kırılan kabuğun altında görülen saydam ve ince kabuğun ardındaki yaşamın var olduğunu fark etmek, insanların korkuları, huzursuzluğu ve beklentileri, aslında oyundaki şiirsel ve duygusal ifadeleri oluşturur. “Güzellik tek başına yürür” eserinde, yazar bir önceki eserinde olduğu gibi pek büyük adım adımlar attığı söylenemez. Branko Gapo bu yeni Projesinde, tiyatro sahnesine karşı belirgin ve profesyonel görüşleri olan yetenekli biri olduğunu takdim ediyor. O yazarın eserinde söylenmeyen çok şeylerin mevcut olmasını bilmesine rağmen, oyundaki kahramanları stilize edilmiş unsurlarla geliştirmeye ve güçlendirmeye çalışır, bu heterojen bir temsil olacağı riskini taşır, öte yandan ise oyunun içeriği, çekirdek tohumu zenginleşir ve hayati bir gerçeklilik, inandırıcılık mahiyeti kazanır. Oyunda hareketler dinamik ve gösterişli, gürültülü patırtılı tiyatro oyunu tarzında tasarlanmış, çok az statik bir gösteriş var. Olaylar birkaç farklı yerde gelişir, paralel çizgilerde gelişen olaylar hiçbir zaman bir biriyle karışmıyor, kesişmiyor ve en önemlisi de bir birine engel olmuyor. Oyunun narativ bölümlerinde, rejisör lirik heyecan verici, ilham dolu bir yaklaşımdan güldürüye geçiyor... Oradan da reel gerçek bir gösteriş sunar, buysa oyunda birkaç farklı üslup kullanıldığını gösterir, oysa hepsi dengeli, düzenli ve ölçülü bir tarzda tasarlanmış... Bundan hareketle oyunun rejisörü Branko Gapo yinede sahnede oyunun tasarımı konusunda pek de başarılı bir çözüm üretemediğini belirtmek gerekir... Oyunda bir yandan sahnede şartlandırılmış kahramanlar görüyorsunuz, öte yandan da etkileyici, gerçekçi, kahramanlar, reel kostümler, sahne fazlaca gerekmeyen nesnelerle yüklenmiş, sahnenin fonksiyonu sakatlanmış. Ansablo bu temsile oldukça iyimser ve disiplinli girmiş. Oyunda başrolü Bediya Begovska (Yanka), genç bir aktör... Üstlendiği role pek fazla bir hayati canlılık kazandırmadığı, inandırıcı olamadığı dikkat çekilmiştir... Bu oyunda etkileyici bir izlenim bırakan aktörlerin başında; Salaettin Bilal, Lütfü Seyfullah, Firdaus Nebi, Ramadan Mahmut, Mustafa Yaşar, Suzan ve Cemail Maksut, Enver Behcet ile Müşerref Lozana,oyunun küçük fakat rejisör Branko Gapo’nun oyunda tasarladığı en parlak noktaları başarıyla takdim etmiştirler...
“Güzellik tek başına yürür” Üsküp Türk Tiyatrosu’nun Novi Sad’da düzenlenen bu yılki Yugoslavya Tiyatro Oyunları Festivasli’ne katıldığı ilk temsil sayılır. Rejisör sahneyi bu kez fazla açmış ve salona dönüştürmüş. Branko Gapo bu kez muhteşem, harikulade görkemli, dikkat çekici ve görülmeye değer gösterişli bir temsil hazırladı, temsile reviyal özellik kazandırdı, yerli motifler eklemiş, mediteran havası yansıtmış, bunun böyle olmasını şüphesiz ki Yelena Patrnogiç’in hazırladığı kostümlerin de büyük katkısı olmuştur. Görkemli sahne tasarımını Mende İvsanosvki tasarladı. Pek fazla üstlenici olmayan müziğin seçkisi Lubomir Brançoliça’ya ait, koreografiyi ise Aleksandar Stoyanoviç hazırladı. Oyunun bu tarzda hazırlanmasıyla, Branko Gapo sadece oyunun dış görünümüne bir dinamiklik kazandırmış, buysa seyircinin oyun hakkında konsantrasyonunu bozmuş, oyunun metni çok parçalanmış, bu yüzden de olayların süreğenliği yitirilmiş, oyunda bütünlük kalmamış...
Hasan Mercan’ın en yeni metni “Okul dünya, şen dünya”, çocuklara hazırlanan yeni temislerden biri sayılır. Oyunun ana konusu okula başlamazdan önce iki çocuğun karşılaşması söz konusu oluyor. Bu buluşma mucizevi bir hava alır, çocukların etrafındaki basit nesneler canlanır, kitaplar, çöp kutusu, kalemler, silgi, defterler tek sözle tüm okul araç ve gereçler canlanıp dile gelir. Yazar bu mucizevi olayı ölçülü bir tarzda düşünmüş, pek fazla aşırılığa gitmemiş, aydın
bir yazar kimliğiyle dekoratif, süslü didaktik öğelerden kaçınmayı becermiş, bunun karşılığı olarak çocukların hayal gücüne yelken açmış... Hayal dünyasında
yaptığı serüven-macera gezilerinde düşlerden hareket ederek yola çıkmaz, canlandırdığı gerçek nesnelerin konkre fonksiyonundan başlar. Oyunun rejisörü Şerafettin Nebi ilk planda yazarın şiirsel görüşlerine sabit kalmayı uğraşmış, olayları dinamik bir tarzda yansıtmış, sahne mekanını ustaca kullanmış. Kahramanlar duygusal ve şiirsel bir dille konuşuyor, hayalimsi bir izlenim vermiyor. Kahramanların transformasyonu, ne kadar imkansız olsa da, onlar yine gerçekçi görünür, çünkü nesnelerin fonksiyonu da gösterilir. Oyunun başarılı sahne tasarımında senograf Pançe Minov’un büyük katkısı var. Oyunun müziğini İsmail Hoca seçmiş. Sahne tasarımcısı Pançe Minov, gerekmeyen fantezi öğelerle sahneyi yüklememiş. Hızlı ve dinamik bir mizansen sergilendi. İsmail Hoca çocuk şarkılarını basit ve canlı bir tarzda bestelemiş, böyle olunca da şarkılar kolay icra edilir ve hatırlanır. Oyunun taşıyıcı aktörleri yedi kişiden oluşur, oyunu çocuklara ilginç ve çekici bir tarzda yansıtıldı.
Aziz Nesin, bilindiği gibi hikaye, roman ve tiyatro yazarıdır, eserlerinin çoğu birkaç yabancı dillere tercüme edilmiştir. “Gol Kralı” tiyatro eseri, yazarın bir romanının dramatizasyonudur aslında. Bu oyun Üsküp Türk Tiyatrosu’nda ilk defa oyandı. Bu eseri hakkında yazarı Aziz Nesin tüm kahramanlar negatif karaktere sahipler, fakat buna rağmen hepsi çok sevimli oldukları kadar bir o kadar da tehlikeli olduklarına dikkat çekmiştir. Okadar sevimliler ki onların kötü
yanlarını unutmamızı sağlar. Kahramanların talihi trajedik olduğunu bilmemize rağmen, biz onları acıdığımız için bir kat daha trajik oluyor. Kahramanların negatif yanları başkalarına örnek olsun diye bu şekilde gösterilmiş. Aslında onların kötü olmasına asıl sebep, acımasız ve ahlaksız toplum sistemidir, gerçek değerlerden uzak kaldıkları için böyle bir şahsiyete bürünmüşler. Oyunun rejisörü Tahir Barlos, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun kadrolu elamanı ve başarılı yönetmenlerinden biridir. Dost bildikleri Yugoslavya’da Türk milletinin yerel halka kardeşçe yaşamlarını sürdürmelerinden dolayı mutluluk duygularını ifade etmiştir. Kendisinin Üsküp’te bulunması burada yaşayan milletler ortak bir tarihi geçmişe sahip oldukları için benzer örf ve adetlere de sahiptirler, dolayısıyla kültür sanat alanında yakınlaşmaya bir nebze vesile olduysa mutlu olacağını belirtmiştir.
“Gol Kralı” iki bölümden oluşan müzikli bir oyun, bir birinden bağımsız olabilecek değerden, yaklaşık yirmi tasarımdan oluşan bir dram sayılır. Aziz Nesin, oyunun içeriğini oluşturan öğelerin seçiminde kendini sınırlamamış... İleriye gidip kahramanların sahip oldukları karakterleriyle alay ediyor, ülkedeki siyasi ve toplumsal şartları alayımsı bir yaklaşımla eleştiriyor, bunu ustaca ve mesleki bir tarzda yapması ilgi çekiyor... Oyunun kalitesi metinin özünde değil de, yazarın belirli konular üzere, özellikle hassas konular hakkında eleştirisel düşünme tarzında sergilediği etik değerlerde aramak gerekir, hayatın katı gerçekleri onun eserlerinin temel taşını oluşturur. Oyunun rejisörü etkileyici bir sahne kültürü takdim ediyor, sahnede pek sık rastlanmayan bir tasarımla karşımıza açıklıyor... Oyun çok ilginç bir başlangıçla başlıyor, spor arenasına çıkan bir siyasetçi karşısında kendini dikkatle dinleyen bir halk kitlesiyle karşı karşıya geliyor. Dinleyici kitlesiyle kişisel hesaplaşmalar oldukça ilginç bir üslupla aktarılmıştır. 25 Mayısta Aziz Nesin’in “Gol Kralı” oyunun prömiyeri sunuldu. Oyunun prömiyerini Aziz Nesin’le birlikte kabarık sayıda kültür sanat temsilcileri ve tiyatro meraklıları izledi.
“Nikoletina Bursaç’ın yaşantıları” temsilin yönetmeni, rejisör Mirko Stefanovski, bu kez sadece baş kahraman Nikoletina önemli olduğunu yansıtacak türden farklı bir dram tasarımı hazırlamayı düşünmüş. Oyunda Yoviça Yej’e de azıcık önem vermiş... Stefanovski bu oyunda partizanları arka planda bırakmış, bu durum Nikoletin Bursaç’ın yaşantılarını yansıtırken önemli ve stratejik bir arka plan oluşturmuş... Öte yandan ise rejisörün böyle bir yaklaşımı oyunun atmosferini kısıtlı bırakmış, Nikoletina’nın yaşantıları oldukça soğuk bir tarzda yansıtılmış... Cemail Maksut ile Enver Behcet, bundan önceki oyunlarda sergiledikleri performansları sonuna kadar göstermedikleri dikkat çekilmiştir. Oyunun parlayan yıldızı olarak Mark Marku üstlendiği rolü orijinal ve gerçekçi bir tarzda yansıtmasıyla takdir edilmiştir.
Oyundaki güldürü sahneler Nikoletina’nın yaşantılarından yansıyor, onun doğal görünümü de zaten sürekli gülen bir yüz ifadesi var, bir de Nikoletina’nın gölgesi sayılan Yoviça Yej komik karaktere sahip olduğuna dikkat çekiyor, Mazov. Oyunun başarılı olmasında önemli sayılan öğelerin başında başkahraman Nikoletina Bursaç, Çopiç’in düşündüğü ve tasvir ettiği tarzda sahnede yansıtılmasıdır. Olayın geçtiği yerler sahnede arka palanda giden müzik eşliğinde gerçekçi ve inandırıcı bir tarzda aktarılması, genelde Halk Kurtuluş Savaşı’nda icra edilen savaş marşları ve milli vatan duygularını ifade eden halk türküleri de seslendirilmiş. Oyunun sahne tasarımında video projeksiyon aracılığıyla otantik ve özgün bir mekan oluşturulmuş. Başkahraman Nikoletina oldukça tek yönlü takdim edilmiştir. Enver Behcet (Yoviça Yej)’i sahip olduğu aktör yeteneği ile içinden geldiği gibi canlandırması, oyuna farklı bir canlılık kattı. Mark Markus (İtalyan sanatçı) oyunun en başarılı aktörü olarak değerlendirildi. Oyundaki rolleri; Fehmi Grubi, Salaettin Bilal, Mustafa Yaşar, Firadus Nebi, Nezaket Ali, Suzan Maksut, Lütfü Seyfullah, Şerafettin Nebi ve diğerleri canlandırdı.
“Moralist” (aile dramı) temsilin prömiyeri Kalkandelen Kültür Evi’nde sunuldu. Miçev’in ilk eseri sayılan “Liza”, ilk önce Türk Tiyatrosu’nda sahnelendi. Oyunun prömiyer öncesinde Miçev, verdiği demecinde diğerleri yan ısıra şunlara dikkat çekmiştir; Şahsi tecrübelerimiz bazen belirli konular hakkında protesto duyguları yaratır, bu durumda ruhun rahatlaması için boşalma yoları aramak gerekir. İnsanın özel yaşantısı denen çok hassas bir meselenin çiğnenmesine karşı bende çoktandır bir hırs duygusu uymadı, ebeveyn sevgisi denen bir şey var bu doğrudur ama insanın özel hayatı denen bir mesele de var ki, buna kimsenin etki etmesinin hakkı yoktur bence. Bu tür yaklaşımları ben bencil bir davranış olarak, başkalarının veya çoğu kez de öz evlatlarımızın hislerini etkilememiz bencillikten başka ne olabilir, bilemem. Oyunun müellifi dramın ana konusunu gerçek hayatta bizzat yaşandığı, bir ailede yaşanan buna bezer durumların hakimi rolünü oynamak zorunda kaldığını, Olga ile kocası arasında arabulucu olduğunu ifade ediyor. Yazar kadından yana taraf tutmayı ihtiyaç duymuş, kadının yaşadığı trajediyi sahne sanatı olarak tüm bayanlara ders çıkartmak için hazırlamayı karar vermiş. Eserin asıl amacı her kez daima işitmek veya bilmek istedikleri gerçekleri anlattığını bir kez daha hatırlatır. Oyunun sonunda ailesinde en yakınlarının talihiyle oynadığı için yaşanan trajik sonu anlatır. Yazar bu durumu en katı gerçekçi boyutlarıyla açığa çıkarmaktan kaçınmaz. Oyunun metninde epeyce iş olmuş, sahne tasarımı gerçekten örgütlü bir çalışma yapıldığını yansıtıyor, kahramanların hisleri ve sahip oldukları psikolojik yanları ustaca yansıtılmış, tek sözle oyunun yazarı ile oyunun rejisörü arasında mutlu bir bağ kurulmuş.
“Moralist” bir ailenin psikolojik bakımından çökmesini anlatır. Ailenin temelinde yanlış bir eğitim ve yetiştirme eğilimi görülür, tek sözle bu talihsiz aile hayat denen yolda, yanlış yollardan yürümektedir. Oyunun rejisini Kemal Lila hazırlamış, oyunun asıl amacı oyundaki kahramanların psikolojisini anlamak ve seyirciye yansıtmaktır. Bu yüzden sahnede atmosfer sürekli gergin, yoğun, her an patlayacak vaziyette olduğu izlenimi verir. Oyunda tüm kahramanlar en
derin incelikleriyle yansıtılmaya çalışılır. Bu oyunda da en derin izlenmleri Bediya Begovska canlandırdığı (Olga) rolüyle seyircinin beğenisini kazandı. Bediya Begovska sahnede sürekli değişebilen, girdiği her kılığı çok rahat ve esnek bir tarzda canlandıran, sanatçı yeteneğine sahip olduğunu bu kez de kanıtladı. Bir kez daha oldukça zor ve ağır rolleri kolaylıkla canlandırma becerisine sahip olduğunu gösterdi. Sabina Ayrullah (Ana)’yı oldukça inandırıcı bir tarzda gerçekçi boyutta canlandırdı. Cemail Maksut (Strogov) ilginç ve profesyonel bir tarz sergiledi. Müşerref Lozana (Straçkova) bu kez de kendine has tarzda
üstlendiği rolünü başarıyla yansıttı. Oyundaki diğer rolleri; Yıldız Rifat (Mariya), Şerafettin Nebi (Petrov), Mustafa Yaşar, Firdaus Nebi, Perihan Tuna ile Enver Becet canaldırdı.
Üsküp Türk Tiyatrosu’nun sahnesinde birkaç yıl oldu genç ve yetenekli bayan aktörlerden biri sayılan Bediha Begovska izleyicinin beğenisini kazandığı dikkat çekilmiştir. Bediya Begovska başarılı çalışmalarından dolayı “Mlad Boreç” Gazetesinin sanat alanında en başarılı genç aktör ödülüyle ödüllendirildi. Sanatçı bu değerli ödülü Miodrag Miçev’in “Moralist” oyununda canlandırdığı Olga rolü için layık görüldü. Derin psikolojik karaktere sahip olan bir rolün canlandırılması için öncelikle ciddi bir hazırlık yapılması gerekir. Begovska, bunu sahnede çok gerçekçi bir tarzda yansıttı. Bu tarz rolleri sadece yetenekli ve sanat anlayışı yüksek seviyede olan özellikle duygusal sanatçılar canlandırabilir. Bediya Begovska tesadüfen aktör mesleğine girmiş, ama bilerek bu mesleği devam ettirdiğini ifade etmiştir.
Tiyatro eleştirmeni İvan Mazov, “Derviş ve ölüm” felsefi ve deskriptif bir roman olarak kolay anlaşılmayan bir edebi eserdir, böyle bir eseri tiyatroya dönüştürmek de hüner ister, oldukça zor bir iş olsa gerek. Sahnelenen olaylar seyirciye daha direkt ve kolay anlaşılır bir tarzda yansıtılmalıdır. Nuredi’nin etrafında yaşanan çatışmalar eserin tek bir kişinin etrafında dönüp dolandığı izlenimi verir. Borislav Mihaylovik Mihiz, bu durum karşısında oyunda daha sağlam bir sahne dokusu kazandırmakta bir hayli zorlanmış. Duşko Naumovski, temsilin özellikle ikinci bölümünde daha canlı bir sahne tasarımıyla, temsili ilginç ve çekici yapmayı çabalanmış, bunda sahne tasarımcısı Nişli senograf Velizar Sırblanoviç’in de büyük payı geçmiştir. Oyunun sahne tasarımı çekici, göze hoş, sembolik elemanlar da yeterince oyunun özünü yansıtıyordu. Sanatçıların giydiği görkemli ve süslü püslü kostümleri Yelena Patrnogiç tasarladı. Sahnede gereken ortamı yansıtır tarzda müthiş bir sahne müziğini Andery Belan hazırladı.
Oyunun eleştirmeni bu temsili Pirlepe’de düzenlen Tiyatro Festivali’nde izlemiş. Tiyatro Festivali’nde en başarılı oyunlardan biri olarak değerlendirilmiştir. Salaettin Bilal (Nureddin), sanatçının en samimi duyguları bile çok net bir şekilde fark edilmiştir. Böyle bir özellikle Molla Yusuf’u, Firadus Nebi canlandırdı. Lütfü Seyfullah’ı, Hacı Sinanuddin; Bediya Begovska, Kadının Hanımı’nı; Cemail Maksut, Muselim’i ve Enver Becet, Casus’u canlandırdı.
Üsküp Türk Tiyatrosu yeni sezon çalışmalarına, Türk Tiyatrosu’nun hazırlamış olduğu Risto Davçevski’nin “Tembeller gezegeni” oyunun premiyörüyle başladı. Oyunun rejisini Kemal Lila hazırladı. Bu çocuk oyunu daha önce Arnavut Tiyatrosu’nun sahnesinde sunuldu, bu kez ufak değişmelerle Türk çocukları da izleme olanağı buldu. Oyundaki rolleri, Şerafettin Nebi, Suzan Maksut, Şefket Naim, İrfan Belur, Zekir Sipahi, Bediya Begovska, Enver Becet, Fehmi Grubi ile Mustafa Yaşar paylaştı. Piyes çocuğun kolay anlayabileceği ve kavrayabileceği bir dilde ve tarzda hazırlandı. Oyunda çocuğun hayal dünyasından örnekler, öğüt verici olaylar ise gezegen ve kozmik öğelerle eğlendirici bir tarzda çocuğa yansıtıldı. Olay, yeşil gezende yaşanır. Kötü büyücü
Sipindator, sahip olduğu sihirli değneğiyle bu gezegeni tembeller ülkesine dönüştürür. Yardımcısı Demir Dişle birlikte Nemtur Çarın hafızasını işgal ediyorlar. Bu durumda Çar Nemtur, çocukken konserve kutularıyla oynadığı oyundan başka hiçbir şeyi hatırlamıyor, hatta kendi evlatları Dandara ile Mandara’yı bile tanımaz olur. Çarın arkadaşları Biyolog ve Atom enerjisi araştırmacısı, Çarı ve halkı tembellikten kurtarmayı başarır, büyücüyü de kötülük yapmasından vazgeçer. Çocuklar iyilik kötülüğü her zaman yendiğine, üstün ve galip geldiğine inanır, bu piyes de aynı şekilde mutlu sona erer, sonunda çocuklar hep birlikte şarkı söylerler.
15 Ekim’de Türk Tiyatrosu Türkiye’ye on günlük bir turneye gitmiştir. Turne süresince İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa’da temsiller sundu. İki ülke arası kültürel bazda geliştirilen karşılıklı işbirliği çerçevesinde, Üsküp Türk Tiyatrosu Beloviç ile Peşiç’in “Ömer ile Meryem” temsilini sundu. Oyunun rejisini Mirko Stefanovski hazırladı. Oyundaki rolleri; Suzana Maksut (Meryem), Salaettin Bilal (Ömer), Ramadan Mahmut, Müşerref Lozana, Sabina Hayrulla ve Nezaket Ali paylaştılar. 1 - 10 Kasım tarihleri arasında Üsküp Türk Tiyatrosu’nun konuğu olarak İstanbul Şehir Tiyatrosu ziyaret eder, Yıldız Kenter’in “Hayatın yaprakları” adlı temsilini sunarlar.
Üsküp Türk Tiyatrosu’nun çocuk sahnesinde yılda bir kez çocuk temsilin prömiyeri sunulur, daha önce ise yılda iki çocuk temsili sunulurdu. Maddi kısıtlamalar yüzünden yılda bir çocuk temsili hazırlanır. Çocuk temsili söz konusu olduğunda, yetişkinlere ait temsillere kıyasen, çocuk temsilleri için ayrılan bütçeden en az yüzde elli oranında kısıtlama yapılırdı. Aslında tam tersi yapılması gerekirdi.
Oyunun rejisörü Mirko Stefanovski bu defa da dünyanın tüm meridyenlerinde tanınmış ve okunmuş bir roman metnini sahnelemeye karar verir, tercih edilen metin sıcak ve hümanist bir konuyu ele alır. Bundan on yıl önceleri “Haydi” çocuk oyunu, çocuklar tarafınca çok beğenilmişti. Bu kez oyuna farklı bir boyut kazandırıldı. Haydi’yi yine Suzana Maksut canlandırdı. Suzana Maksut, çocuk psikolojisini iyi bilen yetenekli bir sanatçıdır. Sanatçı kariyerinde şimdiye kadar “Oz”, “Çizmeli Kedi” ve çeşitli Prenses rollerini çocuk temsillerinde başarıyla canlandırdığı bilinir. Çocuklar Suzanı görünce heyecanla “Haydi” şimdi de “Kedi” olmuş dedikleri bilinir.
“Ben Rıza Ağa” temsilin prömiyeri Kalkandelen Kültür Evi’nin salonunda sunuldu. Oyunun ana konusu Doğu Makedonya’da yaşayan Yörük Türklerin yaşamı ele alınır. Oyunun metni sadece bir çerçeve olarak alınmış, bu çerçeve içinde bugün de bazı ortamlarda rastlanan karakterler işlenmiş, özellikle oyunun baş karamanı tutucu özelliklere sahip Ramiz Ağa bilinen biri. Ramiz Ağa’nın hareketlerinden ve davranışlarından yakınları rencide olur, Ramiz Ağa’nın üvey oğlu Salih de bu durumdan fazlasıyla etkilenir. Ramiz Ağa, üvey oğlunun isteklerine ve gururuna hiç önem vermez. Oyundaki konflikt Ramiz Ağa ile üvey oğlu arasında yaşanan anlaşamamazılıklardan doğar. Ailede yaşanan bu atmosferden genç Salih’in ruhu sıkılır, bu tür aile baskılarından kurtuluş ve çıkış yolu arıyor. Yaşlı Ağa, oğluna aşk konusunda tutucu tavırlarıyla geleneksel ve gerileyici görüşlerini kabullendirmek ister, Salih ise sevmediği ve tanımadığı bir kızla nişanlanmayı kabul etmiyor ve buna karşı geliyor. Baba oğul arasında konflikt bir durum belirir, buysa iki nesil arasında farklı anlayış, görüş ve düşüncelerin hakim olduğunu kanıtlıyor.
“Voydan Çernodrinski” tiyatro oyunlarına değin, monografide diğerleri yan ısıra şunlar yazmıştır; oyunun yazarı izleyiciyi bu metinle hayal kırıklığına uğratmış, bu oyun festivalde en kalitesiz oyun olarak değerlendirilmiş. “Ben, Rıza Ağa” temsili hakkında (düzenlenen yuvarlak masa toplantısında yürütülen konuşmalarda) temsil izleyiciye yeni bir şey vermediği, oyunun metni, sahne tasarımı, rejisi ve sunuluş şekli dahi Ansamblonun mevcut imkanlarıyla bağdaşmadığı dikkat çekilmiş, Ansamblo çok daha kaliteli ve zor sahne çalışmalarını başarıyla icra ettiğini defalarca kanıtlamıştır. Daha sağlam ve daha iyi bir temsilin olmadığına inanamadıklarını, madem yokmuş, o zaman tiyatro oyunlarına katılmamak daha faydalı olurdu şeklinde eleştiriler gelmiş, böyle bir sorunla karşılanan Arnavut Tiyatrosu oyunlarına katılmamayı tercih etmesi ise takdirle karşılanmış.
26 Aralıkta Üsküp Türk Tiyatrosu 35. kuruluş yıldönümü vesilesiyle törenli kutlama hazırlamış. Bu vesile ile düzenlenen Konsey oturumuna kabarık sayıda toplumsal, siyasi ve kültür sanat alanından ad yapmış temsilciler katılmış, Üsküp Türk Tiyatrosu’nun başarılı çalışmaları hakkında rejisör Mirko Stefanovski konuşmuş. Üsküp Meclis Başkanı Metodi Antov, İdriz Emin’e “Altın yıldız halka hizmet ödülünü” takdim etmiş. Bu ödül YSFC Başbakanı Yosip Broz Tito’nun imzası ve kararıyla Üsküp Türk Tiyatrosu’na layık görülmüştür.
İdriz Emin, örgütleyici, perukacı, aktör, teknisyen ve toplumsal görevli olarak Üsküp sahne sanatlarında otuz yıllık çalışma tecrübesine sahiptir. 1938 yılın sonuna doğru, o dönemlerde Üsküp Halk Tiyatrosu’nda, tiyatro kuaförcüsü, perukacı ve makyaj sanatçısı olarak göreve başlamış. Halk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Makedon Halk Tiyatrosu’nda perukacı olarak çalışmış. Üsküp Türk Tiyatrosu’nda aktör gibi çalışmış, toplumsal görevli ve teknik yönetmen görevinde bulunmuştur. İdriz Emin 1923 yılı Üsküp doğumludur.
Üsküp Türk Tiyatrosu’nun sahnesinde 17 Nisan tarihinde Lütfü Seyfullah’ın rejisinde “Aliş” piyesi 50. kez sahnelendi. Piyesi Hüseyin Süleyman yazdı. Oyundaki rolleri; Suzan Maksut, Nezaket Ali, Lütfü Seyfullah, Şerafettin Nebi ve Mustafa Yaşar canlandırdı. Rejisör Aço Aleksov’un yönetmenliğinde hazırlanan Molier’in “Hastalık hastası” temsiliyle Türk Tiyatrosu, Pirlepe’de düzenlen Tiyatro oyunlarına katıldı. Tiyatro oyunlarına değin hazırlanan monografide, İvan İvanovski bu temsil hakkında diğerleri yan ısıra şunlara dikkat çekmiştir: Oyun hakkında pek fazla söz harcamaya gerek yok, Aragon’u canlandıran Lütfü Seyfullah sergilediği sanatçı performansıyla 2.000 denar değerinde, festivalin parasal ödülünü kazanan en iyi aktör ödülüyle ödüllendirildi.
1977 yılında son prömiyer olarak Türk Tiyatrosu, Arnavut Tiyatrosu’yla ortaklaşa olarak Tome Arsovki’nin “Çağın Adamı” temsilini sundu. Oyunun rejisini Duşan Naumovski hazırladı. Bu temsil tiyatro ve belgesel kronik tarzında bir oyun, daha önce bu yıl Pirlepe’de düzenlen Voydan Çernodrinski Tiyatro Festivali’nde de sunulmuştu. Bu oyunda tüm profesyonel tiyatrolardan aktörler iştirak ediyor. Üsküp Türk Tiyatrosu’nun sunduğu temsil başarılı değerlendirildi, Tito’ya adanmış jübile kutlamalarında çok anlamı bir temsil olarak kabul edildi. Projeyi Türk ve Arnavut tiyatro sanatçıları birlikte hazırlanmasının asıl amacı, aynı çatı altında çalışan miletler arasında birlik ve beraberliğin hüküm sürdüğü, Arsovski’nin bu eserini sanatçılar sahnede Makedonca, Türkçe ve Arnavutça canlandırdı...
Türk Tiyatrosu kuruluşunun 30. jübile kutlamalarına hazırlanıyor, profesyonel bazda güçlenme kaydedilmiş, sahnede kaliteli temsiller sunulmuştur. Yeni açılan çocuk ve gençlik deneysel sahnede yeni temsillerle zengin program hazırlanması planlaştırılmıştır. Tiyatro yetkililerin düşüncelerine göre bu uygulama sahnesi beş yıl önce kurulmasına rağmen, kısıtlı maddi imkanlar yüzünden istifade edilmemiş, yenilik olarak o sahnede azınlıkların genç aktörleri, rejisörler ve tiyatro yazarların faaliyet göstermesi, temsillerin sunulması faydalı olacağı düşünülmüştür. Üsküp Türk Tiyatrosu’nun profesyonel bir tiyatro olarak tanıtılmasına değin gezi faaliyetleri sadece Makedonya’da ve Kosova’da değil de uluslararası çapta da tanıtılmasına önem verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu doğrultuda tiyatro aktiviteleri arasında, dünya çapında faaliyet gösteren Azınlıklar tiyatrolarıyla tiyatro buluşmaları tertiplenmesi öngörülüştür. Üsküp Türk Tiyatrosu’nu Yugoslavya çapında da tanıtılması ihtiyaç görülmüştür. “Atelye 212” temsilin birçok tiyatro merkezlerinde sunulması bu konuda epeyce etkili olmuştur. Temsilleri tercüme etme imkanların temin edilmesi planlaştırılmış, bununla gündemden bariyerlerini yıkılacaktı. Dram Tiyatrosu ile Üsküp Türk Tiyatrosu’nun ziyaretleri arasında da bir fark yapılması gerektiği anlaşmaya varılmıştır. Tiyatroyu konu alan iki tribün düzenlendi: “Yargı sandalyesi” temsili ve diğer tiyatro evlerinin güncel çalışmaları hakkında tartışma yürütüldü. Sunulan her temsilin, eleştirmenler, izleyiciler ve yazarlar tarafınca yargılanması ve analiz edilmesi gerekçe olarak kabul edilmiştir. Bu tür yargılanmadan; “Ben Rıza Ağa”, “Büyük su”, “Çağın insanı” temsilleri geçmiş. İkinci tribünde, Mira Trailoviç “Atölye 212” nin Müdürü açış konuşması yapmıştır, Ankara Devlet Tiyatrosu’nu temsilen, tiyatro müdürü ve rejisör, aktör sıfatıyla Cünet Gökçer söz almıştı, Üsküp Türk Tiyatrosu’nun konuğu olarak 22 - 23 Şubat tarihleri arasında Üsküp’te bulundu. Üsküp Türk Tiyatrosu’nun en büyük sorunlarından biri profesyonel kadro yetersizliği olduğu belirtildi, bu sorunu aşmak için ciddi çaba harcanması gerektiği dikkat çekilmişti. Tiyatro müdürü İlhami Emin, gelecekte aktör kadrosu Üsküp Tiyatro ve Müzik Sanatları Fakültesi’nde eğitim gören öğrencilerden temin edileceğini dikkat çekmiştir. Bu öğrencileri teşvik etmek için burs verileceğini belirtmişti. Bu tür girişimlerin gerçekleşmesi dilekleri dile getirilerek, gerçekten takdire değer büyük adımlar oluşturduğu vurgulanmıştır.
Cüneyt Gökçer’le Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Makedonya ziyareti konusu da gündeme getirildi. Bu ziyaret aslında 1976 yılında Üsküp Türk Tiyatrosu’nun Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaretinin bir karşılığı olarak değerlendirildi. Türkiyeli sanatçıların Makedonya’ya gelişi bu yılın Sonbahar sezonunda yapılması planlandı. Gökçer, gelecek sezonda Üsküp Türk Tiyatrosu’nda çağdaş bir Türk Tiyatrosu yazarının eserini sahnelemesini öngörmüş ve anlaşmaya varılmıştı. Bu temsilde başrolü Türkiyeli sanatçı Ayten Gökçer canlandırması uygun görülmüştür. Bu toplantı da aynı öyle iki tiyatro arasında dram metinleri, rejisör, sahne tasarımcısı ve aktörlerin tesisi yapılması anlaşmasına varıldı... 23 Şubatta Müdür Gökçer düzenlenen tribünde “Günümzde Türk Tiyatrosu” hakkında konuşma yaptı, toplantıya katılanlar arasında bu konu büyük ilgi uyandırdı, farklı görüş ve yorumlar dile getirildi. Plaut’un “Palavracı Asker” komedi eseri, Üsküp Türk Tiyatrosu’nda bu sezon için hazırladığı yeni prömiyeri sayılır. Oyunun rejisini Dimitar Osmanli hazırladı, oyun klasik bir çerçeve içine sığdırılmış (sahne tasarımı ise eski Roma’yı anımsatıyordu), oyunda şakalaşmalar hakim görülür, zaman zaman mizahi sahneler diken gibi seyircinin gözüne batıyordu. Plaut bu eserinde öngörülmeyen durumlara değinir, karmaşık bir yaşam içinde neşeli, eğlenceli ve ilginç anlar da yaşandığına dikkat çeker. Plaut aslında bununla, hayatta karmaşıklık olmazsa ilginç bir yaşam olmaz, insanlar arasında günlük yaşamda görülen monoton ve sıkıcı ilişkiler aşılmak için kargaşaların yaşanması gerekir. Bu ilişkilerde mutlaka birilerinin kurnaz olması gerekir; gülen, güldüren taraf olması şarttır. Oyunun rejisörü bunlardan hareketle oldukça canlı ve haraketli bir tasarım hazırlamış, duygularda nüanslar aramaya gerek kalmaz, çünkü oyunda sergilenen her kahramanın kendine has olan bir tarzı var, hepsi seçkin bir komedi yapıya sahip, önemli olan ilk planda komedi arka planda ise karakter gelir... Temsilin ilk bölümü biraz sakin geçer, ikinci yarısı ise daha canlı ve hararetli geçer, aktörlerde bir rahatlama sezilir, her kez içinden geldiği gibi doğal bir şekilde oynamaya çalışır, oyuna farklı bir güzellik kazandırır. Temsilin gözde oyuncusu olarak bu kez Salaettin Bilal değerlendirildi.
Pirlep’de düzenlenen Voydan Çernodrinski Festivali’ne, Türk Tiyatrosu, Hasan Mercan’ın “Ben Rıza Ağa” oyunuyla katıldı. Oyunun rejisini Kemal Lila, sahne tasarımını senograf Ginter Kube, kostümleri ise Yelena Patrnogiç hazırladı. Türk Ansamblosu’nun üyeleri yeni sezon çalışmalarını, eski sorunlar hala yaşanmasına rağmen, oldukça ileri görüşlü planlarla ve zengin programla başladı. Uzun bir dönem rejisör Valdimir Milçin, Lubomir Simoviç’in “Hasanaginitsa” temsilini hazırlıyordu. Yakınlarda ise rejisör Lubişa Georgievski Necat İbrahimoviç’in “Uğursuz” temsilin hazırlıklarını başlatması beklenirdi. Sezon çalışmaların sonuna kadar Makedonya’dan ve Yugoslavya’dan ad yapmış rejisörlerin oyun hazırlaması planlaştırılmıştı. Kadro yetersizliği hala önemli sorunlardan biri sayılırdı. Üsküp Türk Tiyatrosu’nda 23 üye görev yapmaktaydı, bunlardan sadece iki kişi yüksek tiyatro eğitimine sahipti. Kadro sorununa yıllarca çözüm aranmasına rağmen bir türlü çıkar yol bulunmuyordu. Bu sorunu aşmak için Üsküp Tiyatro Sanatları’nda öğrenim görecek talebeler için burs temin etme programı hazırlandı.
Daha geniş bir seyirci kitlesine hitap etmek dileğiyle repertuvara popüler temsiller alındı, oyunlar belli bir seyirci kitlesine değil de tüm seyirciler tarafınca kabul edilecek ve beğenilecek tarzda olmasına dikkat edilir, ad yapmış yerli ve dünya dram yazarlarının seçkin eserleri tercih edilmiştir. Rejisör Kemal Lila yerli yazarların eserlerini seçmede hayli zorlandıklarını dile getiriyor, bunun yan ısıra yeni tiyatronun mekanı da pek elverişli bir alanda olmadığına dikkat çekmiştir. İşçiler Evi’nde sunulan temsilleri daha kabarık sayıda izleyici kitlesi izlediğini şimdi ise tiyatronun etrafı dükkanlar ve otomobillerle kapalı olduğundan dolayı seyirci tiyatroya ulaşmakta zorluk çektiği sorun olarak ortaya atılmıştır.
Sene başında, Üsküp Türk Tiyatrosu’nda Necati İbrahimoviç’in “Uğursuz” oyunu sahnelendi. Oyunun rejisini Lubişa Georgievski hazırladı. “İhtar Bey’in aile dramını”, rejisör Georgievski oldukça ilginç bir sahne diliyle tasarladı... Dramda ateşli dram konfliktleri ve aile bireyleri arasında hesaplaşmalar falan görülmez, geçen yüzyılın ikinci yarısında, Bosna’da yaşayan insanın kişisel talihini açıklayan dramatik öğeler ön plana çıkar... Georgievski bu oyunda insanlar yaşamı boyunca hayatında belli dönemlerde düşüşler ve kalkışlar yaşaması kaçınılmaz olduğunu vurgulamak ister... Başkahraman “Uğursuz”u canlandıran Enver Behçet, temsilin gözde sanatçı olarak değerlendirildi. Temsil bir bütün olarak Türk Ansamblosu’nu sanatın doruk noktasına ulaştıran kalitede bir temsil hazırlandığı kaybedildi.
Üsküp Türk Tiyatrosu’nun bu sezon için son prömiyeri sayılan “Uğursuz” oyunu, Ansamblo’nun en başarılı sahne yapımı olarak değerlendirildi... Oyun sahne tasarımı da mükkemel olduğu dikkat çekilmiştir, rejisör Lubişa Georgievski, yüksek kalitede bir tiyatro sahne tasarımı hazırladı... Oyunun bu denli başarılı değerlendirilmesinde şüphesiz ki tüm Ansablo ekibin de katkıları olmuştur, Lütfü Seyfullah (İhtar Bey), Salaettin Bilal, Firdaus Nebi ile Mustafa Yaşar (Beyin oğulları), Cemail Maksut üstlendikleri rollerini İslam ruhuyla insan talihini yenme uğruna harcadığı emekleri oldukça inandırıcı bir tarzda canlandırdılar. Enver Behçet “Uğursuz” rolünü adından da belli olduğu gibi baştan sona kadar hep aynı seviyede beklenilen bir tarzda canlandırması seyircinin dikkat ve ilgisini çekmiştir...
“Uğursuz” oyunu Lubişa Georgievski’nin Üsküp Türk Tiyatrosu’nda hazırladığı ilk oyunu sayılır. Bu oyunla aslında Türk Ansablosu’nun sahip olduğu fakat şimdiye kadar açığa çıkarılmayan farklı bir değeri ortaya koymuştur. Enver Behçet oyunun başrolünü metinsiz oynamış, buna rağmen canlandırdığı kişiye tam manasıyla gerçek özellik kazandırmayı başardığını, yazıyor İvan İvanovski, 1978/79 yılında “Uğursuz” Üsküp Türk Tiyatrosu’nun ilk sezon prömiyeri başlıklı yazısında.
Lubomir Simoviç “Hasanaginitsa” oyununun müellifi, mutsuz bir aşkı anlatan eski bir efsaneden faydalanmış. Oyunda iki zıt tarafın, bir yandan Hasan Bey, öbür yandan Pineteroviç Beyin yıkılmasını, mahvolmasını anlatır, Hasnaginiça’nın kocası Hasan Bey silahın gücüne inanlardan biri. Yaşam denen bu çatışmada Hasanaginitsa ezilmiş vaziyette görülür. Buna rağmen Hasanaginitsa ahlaka inanır ve bu inançla ölür. Oyunun yazarı Simoviç, metni çağdaş bir dille yazmış, kahramanlar çağdaş terminoloji kullanır. Oyunun başkahramanı Hasanaginitsa, oldukça tarajedi bir boyutta yansıtılır. İnsanın gururu asgariye indirgendiği modern yaşam tarzında, ahlaki değerlerden söz etmek rölatif bir meseledir. Kadının karşılıksız bir aşk yüzünden yirmi yıl önce öldüğü haberine şaşıyor. Yazar Simoviç,metnin kaynağını oluşturan efsanenin ait olduğu dönemi günümüze taşımasıyla, kadın erkek arası cinsi farklılıklara da değinir. Hasanaginitsa ile kocası arasındaki farklılıkları ve anlaşmazlıkları insanın talihine bağlıyor, erkeğin asıl korkusu karısı üzerindeki hakimiyetini yitirme duygusudur, bu duygu günümüzde de Damoklo’nun kılıcı gibi üzerimizde duruyor, diyor Lilyana Mazova. Vladimir Milçin sosyal peyzajı yansıtan bir tablo çiziyor, toplumsal sınıf farkı, zulümlar, insanın talihi her zaman başka birilerinin elinde olduğunu vurgular. İnsan talihi için kararlar daima karanlık bir ortamda belirlenir, her şeye rağmen insan çelikten bile daha güçlü olduğuna inanır, ama parmakların arasında bazen çeliğin macuna dönüştüğünü de fark eder... Aktörler rejisörün her isteğine cevap vermesi seyirci tarafınca kolay kabul edilen ve beğenilen tarzda başarılı bir oyun hazırlamış... Bediya Begovska (Hasanaginitsa) etkileyici bir sahne anlayışıyla canlandırdı...93 Vladimir Milçin üstün bir tiyatro tasarımı hazırladı, rejide bireysel yaratıcılığını ön plana koymuş, Pirlepe’de düzenlen Tiyatro Festivalinde özellikle Perihan Tuna üstün başarıyla canlandırdığı Hasanaginitsa rolü için takdir edildi, övüldü. Festival izleyicilerine gerçek bir sürpriz oldu.94 18 Mayısta Üsküp Türk Tiyatrosu’na, Prizren Kültür Evi Türk Tiyatrosu sanatçıları konuk oldu. Prizrenli Türk santçılar Nazım Hikmet’in “Mucize” oyununu sundu, oyunun rejisini Zekir Sipahi hazırladı. Oyunun sahne tasarımını Fevzi Tüfekçi, müziği Ethem Kazas hazırladı.
6 Haziran saat 10’da Üsküp Türk Tiyatrosu’nun çocuk sahnesinde Lütfü Seyfullah’ın “Bilmecelerin oyunu” çocuk temsili sunuldu. Oyunun rejisini Saşa Markus hazırladı. Rejisör oyunu hazırlarken, metin yan ısıra, oyun, şarkı, müzik, pandomim, balet ve kukla oyun tazını bir arada kullandığını ifade etmiş, küçük seyirciler de aktörlerle birlikte şarkı söylemiş, yerinde oynamış. Oyun esnasında çocuklara çok yakın olan sayısı çok bilmecelere cevap aranmış. Bu oyunla rejisör çocuk sahnesinin sadece çocuklara ait olması gerektiğini bir kez daha net bir şekilde hatırlatmıştır. Çocuk oyunların bu tarzda hazırlanmasıyla,
çocuklar direkt ya da dolaylı bir şekilde oyunun içine girer, katılır, kendilerini aktör ekibinin bir parçası olarak hisseder. Markus, aktör ile izleyici arasında kurulan diyaloglarla aslında bilmecelere cevap verir. Oyundaki rolleri genç aktör ekibinden altı sanatçı canlandırdı. Güzel ve ilginç bir çocuk dünyası yansıtıldı, oyunun suflörü bile aktör rolünü üstlenmiş, aktörler bir sahneden başka bir sahneye geçildiğinde kıyafet değiştirildiler. Bilmecelere izleyiciler de cevap verdi. Lütfü Seyfullah zaman zaman seyirci çocuklar arasına girdi, bilmeceye doğru cevap verenleri ödüllendirdi. Hafif ve fonksiyonel sahne tasarımı,
kostümler ve oyunun özüne yakışan müzik seçimi çok başarılı ve ilginç bir çocuk oyunu hazırlandığını, buysa aynı zamanda rejisör Saşa Markus’un 25. çalışma yıldönümü kutlamasına da iyi bir vesile olduğu dikkat çekilmiştir. Saşa Markus ilk tiyatro reji tecrübesini bu sahnede yaşamıştır.
01 Ağustosda, Kapan Han’da Üsküp Türk Tiyatrosu’nun Ansamblosu, Stevan Sremaç’ın metnine göre hazırlanan “Zona Zamfirova” temsilin prömiyerini sundu. Eski Türk çarşısında yeterince istifade edilmeyen oldukça otantik bir ortamda temsil uygulamayı çabalıyoruz” diyor oyunun rejisörü Dimitar Stankovski. Oyundaki rolleri; Salaettin Bilal (Koço Ratsin), Şerafettin Nebi (Trayan, jeolog), Nezaket Ali (Mariya-Trayan’ın hanımı), Zekir Sipahi (Nikola, yazar), Cemail Maksut (Filip, genç ressam), Suzan Maksut (Nada, Trayan’ın sevgilisi), Firdaus Nebi (Polis memuru), Perihan Tuna Eyupi (Bilyana, Filip’in nişanlısı) ve başkaları canlandırdı.
Sahne mekanı eserin yazıldığı dönemle bağdaşıyor. Mekanda seyirciyle de iletişimkurulur, önemli olan seyircide tiyatro sanatına karşı ilgi uyandırılmasıdır. Üsküp Türk Tiyatrosu’nun ve Dram Tiyatrosu’nun çalışmaları takdirle ve saygıyla karşılandı, özellikle yaz aylarında Mayıs ve Haziran’da kapalı sahnelerden çıkıp, seyirciye açık hava sahnesinde temsil sunmak seyirciye farklı bir yaşantı sağlandı. Dimitar Osmanli,bu amaç için seyircinin kolay kavrayabileceği hafif ve eğlenceli bir temsil tasarlamayı tercih etti. Müziğe ve oyuna fazlasıyla yer verdi, Sremaç’ın eserine sadece dıştan bir yaklaşım tarzı sergiledi. Patriyahal bir aile geleneğinde oluşturulan bariyerler nasıl kırılabilir çabasını yansıtmak isteyen bu oyunda aktörlerin tüm çabalarına rağmen yansıtılmak istenilen konu tam manasıyla canlandırılmadığı dikkat çekilmiştir. Hemen tüm Ansablo’da bir gevşeme ve rahatlama, sanattan çok müzikli, oyunlu, eğlenceli bir gösteri programı olduğu dikkat çekilmiştir.
Boris Vişinski’nin metnine göre eserin dramatizasyonunu hazırlayan Branko Gapo, oyunda dramatik atmosferi yansıtmaya çalışmış, polis memurların çalışma mekanizmasını yansıtmaya özen göstermiştir. Ratsin’in şair ruhunu ve illegal bir yaşam sürecine karşı yürüttüğü savaşımı anlatır, güçlü bir polis memurun cellat tavrını yansıtır... Salaettin Bilal (Ratsin) bu kez de aktör yeteneğini en parlak bir şekilde sergiledi. Firadus Nebi (Polis memuru) kendine has bir özgüvence ile bu rolü canlandırdı... Naci Şaban (Agent) müthiş bir sanat yaratıcılığı sergiledi.
Dram eserindeki olaylar beş ayrı sahneden oluşur, canlı ve otantik olayları gerçekçi bir tarzda sahneliyor. Sahne oyundaki olayların içeriğine uygun bir şekilde altı ayrı bölüme bölünmüştür. Oyunda öncelikle yazarın düşünceleri ön plana çıkar, ondan sonra eserin oyun bölümü gelir. Oyunun gözde sanatçısı
olarak, Salaettin Bilal ile Firdaus Nebi ayırt edilmiştir. İlki Ratsin’i oldukça otantik bir tarzda canlandırdı, ikincisi ise sahip olduğu aktör yeteneği ile modern temsillere duyarlı olduğunu kanıtladı...